» » » » » » » » » Aslında belki de yaptığım her seyahat ile kendime daha çok yaklaşıyorum.

Kendimizi ne çok ön yargı, kalıp ve kuralın içine sıkıştırıyoruz.

Aslında özgürüz, aslında canımız ne isterse yapabiliriz; ama ayıp mı olur, yeri değil, zamanı değil benzeri pek çok kalıp yüzünden kendi kendimize sınırlar çizip duruyoruz. Aslında belki de bizi engelleyen tek şey kendimiz.

Bütün toplum kurallarına yıllarca ayak direyip, hatalar yapa yapa kendi doğrularımı bulma konusundaki inadımla ailemi ve beni sevenleri sık sık endişelendiren bir yapıda olmama rağmen, sorgulamayı bırakıp, kendimi hayatın olağan akışına bıraktığımda, istemsizce bu ön yargı ve kalıplara sıkışıveriyorum. Sonradan farkına varıp şaşırıyorum.

Bir sabah, güneşin doğmasına saatler varken Kahramanmaraş uçağına biniyor ve en ön sırada cam kenarındaki koltuğuma oturuyorum. Yanıma oturan adamın benimle sürekli sohbet etme çabasına girmesine uyuz oluyorum. Çünkü ön yargılar ve kalıplar içindeyim. "Ya uyuyakalıp uçağı kaçırırsam" endişem yüzünden geceyi uyumadan geçirip, yatağa uğramadan havalimanına geldiğimden, uyumam gerektiğini düşünüyorum.

Ama aslında uykum filan yok o sırada. Yanımda oturan harika giyinmiş, yakışıklı ve genç bir adam olsa, muhtemelen kocaman bir gülümsememle tatlı tatlı, sohbet etme çabasına yanıt verirdim. Bunu fark ettiğim anda kendimden utanıyor, hostesten bir kahve rica ediyor ve yanımda oturan amcaya hikayesini anlatması için bir şans veriyorum.

Kahramanmaraş'ta doğmuş bu atmış yaşındaki amca, şu anda fıstık gibi üçüncü eşiyle İsviçre'de yaşıyormuş. Karısından gerçekten gözleri parlayarak ve aşkla söz ediyor. "Gençlerin kaçırdığı şey bu; bir kadına ne kadar sevgi ve zaman verirsen, o kadar mutlu bir adam olursun." diyor. Uçak yolculuğumuz bittiğinde, ondan pek çok keyifli anısını dinlemiş ve Anadolu ozanları hakkında bir sürü şey öğrenmiş oluyorum. Nasıl kullanılacağı hakkında hiçbir fikri olmayan, oğlunun hediyesi cep telefonunu uçuş moodundan çıkarmasına yardımcı oluyorum. Sanki dünyanın en zor işlerinden birini başarmışım gibi onlarca kez teşekkür ediyor. "Ne güzelsin, ne güleçsin yeğenim, Allah yolunu açık, hayatını sevgiyle dolu etsin." diyor vedalaşırken. Teşekkür edip gülümserken, içten içe "Ah be amca, bir bilsen, son dakika durumun farkına varmasam, oldukça ukala ve kaltak davranacaktım sana, özür dilerim." diyorum.

Adliyedeki işlerim bittikten sonra, kendimi şehrin sokaklarına vurduğumda uzaylı gibiyim. Etek yok üstümde, hırkam ve montum dizime kadar uzun; ama şehrin sokaklarındaki tek sarı saçlı kadın benim. Yanımdan yürüyen her bir kişinin beni baştan aşağı süzmesi eşliğinde, kendimi Tarihi Kapalıçarşı'ya atıyorum. Bir önceki gelişimde aldığım ve bayılarak kullandığım çarık terliklerden bulma umuduyla... Mevcut modelleri beğenmiyorum, ustanın bir çayını içip müsade istiyorum.

Çarşının o kapısı doğrudan Yaşar Pastanesi'ne açılıyor. Kahvaltı için su böreği uygun kaçar diye tam su böreği ve çay siparişi verecekken fark ediyorum ki, aslında canım dondurma istiyor. "Aç karnına? Kışın ortasında? Kahvaltı olarak?" diye söylenen iç sesimi bastırıyor. Canım kahvaltıda ne isterse yiyebilirim.



Tam ben keyifle dondurmamı mideye indirirken O'ndan mesaj geliyor. Yazılı olmayan kadın kurallarına göre asla yapmamam bir şeyi yapmıştım bir önceki gece. Bütün samimiyetimle ve hiç bir laf kıvırma olmaksızın, aslında beni bu güne kadar hiç bilmediğim kadar güzel, kısılayıcı, bencil, kıskanç hisleri olmayan bir kadın yaptığını, hayatımda ilk defa bir adamı bir kalıba sokmaya ve değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi hayatımda istediğimi anlatan bir mail yazmıştım. "Erkekler hemen şımarır, aman götünü kaldırma." gibi kalıplara aldırmaksızın, içimden geldiği gibi... O daha yeni uyanmış, maili okumuş, çok güzel bir mesaj atıyor bana. 

(Mesajlarını burada aynen kullanmama kızıyor. "Seni blogosferin Romeosu yapacağım, ama izin vermiyorsun." diye takılıyorum, dinletemiyorum, "bazı şeyler mahrem olmalı"ymış. O yüzden yalnızca güzel bir mesaj diyip geçiyor, gerisini hayal gücünüze bırakıyorum. )

Sonra Kahramanmaraş'a özgü bir yemek olan, "eli böğründe" veya "yan yana" olarak bilinen et yemeğini tatmak için tavsiye edilen bir restorana gidiyorum. Kıraathane gibi bir yer, oldukça salaş ve içerisi tıka basa erkek dolu. Tam içeri girmekten vazgeçecekken, "Hayır Sezen, unuttun mu, az önce diyordun. Burada bu yemeği yemek istiyorsun." diye kendi kendimi gaza getiriyorum. Garson bana bir süre servis yapmayı reddediyor, kitabımı açıp sayfalarca okuyorum. Ve sonunda inanılmaz güzel kokan bir güveç geliyor önüme.



O anda fark ediyorum, aslında canımız ne isterse yapabiliriz, çünkü hepimiz özgürüz. Kahvaltıda dondurma yiyebilir, duygularımızı istediğimiz gibi ifade edebilir, erkeklere özgü bir mekanda sapsarı röfleli saçlarımızla garip bakışlara aldırmaksızın leziz yemekler yiyebiliriz. Bunlar çok küçücük ve önemsiz detaylar gibi görünse de, aslında bu küçük şeyler insana mutluluk veriyor.

Kahramanmaraş'tan bu güzel hislerle ayrılıyorum. Bir de tadı damağımda kalan "yanyana" ile...

Dönüş yolunda okuduğum Opposable Minds adlı kitapta Roger Martin, zihnimizde aynı anda zıt kavramlara yer verebilmenin öneminden bahsediyor. Bu beceriyi yalnızca seyahat ederek veya başka yerlerde yaşayarak edinebiliyormuşuz. Sebebi de, bir şeyi yapmanın birden fazla yolu olduğunu ve tek geçerli yöntemin bizim alıştığımız olmadığını ancak bu şekilde tam olarak anlayabilmemizmiş.

Bunun doğruluğunu tartışabiliriz; ama ben her seyahatimde gerçekten kendime dair bir şey keşfederek dönüyorum İstanbul'a. Aslında belki de yaptığım her seyahat ile kendime daha çok yaklaşıyorum.

Çok çirkin bir havada, uykusuzca yaptığım Kahramanmaraş'ta aslında özgür olduğumu, küçücük tercihlerde bile "uygun gördüğüm" değil "canımın istediği" kriterini esas aldığımda ne kadar mutlu olabildiğimi fark ediyorum.

Bir düşünsenize kaç kere, ertesi gün işiniz olmamasına ve uykunuz gelmemesine rağmen, "Çok geç oldu artık uyuyayım." diye yatağa girdiniz? Kaç kere aslında hiç acıkmamış olmanıza rağmen yemek saati geldi diye aslında çok zevk almadan bir şeyler yediniz? Kaç kere profesyonel davranmanız gereken bir ortamda bulunmamanıza rağmen, dilinizin ucuna gelenleri yutup içinize attınız? Kaç kere canınız hiç bir istikamete gitmeksizin sokaklarda yağmurun altında yürümek istedi de, ıslanmamak ve saçınızı bozmamak için vazgeçtiniz? Kaç kere mutluluktan dans etmek isterken, "Ne oluyor bana?" diye kendinizi durdurdunuz?

Bu liste uzayıp gider, herkese göre farklılık gösterebilir; ama bir deneyin, bu ufacık ve önemsiz görünen şeyleri yaptığınızda çok daha mutlu hissedeceksiniz kendinizi. Daha hafif, daha neşeli.

Dip Not: 2016'nın çok güzel bir sene olacağına inanıyorum; o yüzden bu yıla geçiştirme olmayan, Kahramanmaraş'ta nerede ne yedim'den daha derin bir yazıyla başlamak istedim. Ama illa ki Kahramanmaraş için tavsiye isterseniz şu yazıya göz atabilirsiniz. O leziz güveci yediğim yerin adı da YanYanacı Mustafa & Ferit

Canınızın istediğini yaparak, özgür kalın!

About Unknown

Hi there! I am Hung Duy and I am a true enthusiast in the areas of SEO and web design. In my personal life I spend time on photography, mountain climbing, snorkeling and dirt bike riding.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

Leave a Reply