Bir insan kendini nasıl çekebilir? Hep düşünüp, kendimle konuşup durdum. Cep telefonunu elime alır kendime doğrultur, kafama denk getirmeye çalışırdım. Çoğu zaman yarım kafa çıkardım. Bazen kendi fotoğrafımı çekmeyi başarır, arkadaşlarım Ben ve Öz’e gösterirdim. Tabi Ben ve Öz, benim kendi çektiğim fotoğrafları saçma bulurlardı. Niye zahmet ediyorsun, biz çekeriz senin fotoğraflarını, burnun, gözün yamuk çıkıyor diye de biraz alaycı konuşurlardı. Bir de Arapçadan Ene kardeşim vardı, o hep ‘enaniyet’ yapma derdi.
Ene’ye hak verdim; enaniyet, kendini beğenme, egositlik, narsistlik gibi kelimeler bu halimi teşhis etmeye yeterli dedim. Kendi kendimi çekmekten vazgeçtim. Lakin bana nispet yapar gibi cep telefonun önüne bir kamera eklemesinler mi, zamanla bunun çözünürlüğünü de artırmasınlar mı! Benim o acayip, garip ve tuhaf halim cereyan olup bütün dünyaya yayılıp enani hisleri kabartmadı mı! Şaşırdım kaldım. Bu hareketi kendim başlatmama rağmen benim ismimi de vermemiş TDK bilirkişileri. Özçekim ne demekse artık, onu da kendi manasızlığı ile baş başa bırakıyorum.
Kendimi takdim edeyim. Türkçede dönüşlülük zamiri olarak kullanılan, adı sıkça değişen hazırlık sınavlarında sorulan öz, ben ile kardeş olan: Kendi’yim.
Bu hadiselerin faili olan Selfie’nin peşine düştüm. Ingitere’ye tek kişilik gidiş dönüş uçak bileti aldım. Hava alanında self-servis diye bir şey gördüm. Bu Selfie’ye benzemiyordu, çayı kendim aldım. Uçakta, yanıma aldığım çeşitli lügatlerden de Selfie hakkında malumatlara bakıyor, diğer diller ile irtibatını araştırıyordum.
Oxford Ansiklopedik Sözlük’te Self; kendi, nefis, öz, karakter, kişilik, bencillik gibi manalara geliyormuş. İngilizce Redhouse’da ise self- ön ek olarak kullanıldığında kendi, kendinden, öz, özün,  otomatik manaları katıyormuş ilave edildiği kelimeye. Mesela, self-ish, self-interest; kişisel çıkar, egoist, bencil, hodbinlik; self-help, kendi kendine yetmenin adı imiş. Selfie ise, kendi kendini cep telefonu ile kol hizasından kafayı görecek şekilde çekmek manasında. Oxford Üniversitesi tarafından 2013’te yılın kelimesi seçilmiş. Bize de bunun karşılığı ne olmalı tasası mı düşmüştü!
Mesele, karşılık bulmak değildi. Kelimenin iç yüzünü, ihtiva ettiği manayı tahkik etmekti. Londra Heathrow Havalimanı’na sabah vakti indim. Tabi beni karşılamaya Selfie gelmemişti. Ne de olsa şöhretinin zirvesindeydi, burnundan kıl aldırmazdı şimdi. O da ne! Arkadaşım Ene ile tevafuken havaalanında karşılaştık. Yıllardır görüşmüyorduk. Gelme sebebimi anlatmama fırsat vermeden o da Selfie’nin sosyolojik tarafını araştırmak için geldiğini söyledi. Self-servis bir çay aldık oturduk masaya.
Ben yeterince araştırdım. Yorma kendini sen, dedi. Meseleyi felsefî bir temele oturtmak gerekirse “Doğu görür, fakat susar; batı, görmez; ancak konuşur.” cümlesi buraya münasip. Görmekten maksat hakikattir diye, şerh etmeli burada.
Niye böyle söyledim şimdi, izah edeyim. Bu biraz fotoğrafları doğru okumak ile alakalı. 21. yüzyılda kameranın, sinemanın ve de fotoğrafın propaganda, ekseriyetle de mahremiyeti öldürmek için bir silah gibi kullanıldığı gerçeğini kabul etmeliyiz.
Ene, allemeyi cihan havasında koltuğuna yerleşti, anlatmaya devam etti, belli ki meseleye vakıftı.
Sana üç kıtadan üç misal vereceğim. ilk misal Asya kıtasından. ABD’li fotoğraf muhabiri Steve Mccurry Sovyet ve Afganistan savaşında 1984 yılında Pakistan mülteci kampında bir Afgan kızın fotoğrafını çeker. 1985 yılında National Geographic dergisinde savaşın acılarını yansıttığı için her yerde bu savaşın fotoğrafı olur. 2002 yılında aynı kadının fotoğrafı çekilir ve isminin Şarbat Gula olduğu öğrenilir. Zihnimizde Afganistan savaşında bırakılan kare budur. Bu Afganistan’ın başkası tarafından çekilen selfiesidir.
ikinci misal Afrika’dan. Pulitzer Ödülünü duymuşsundur. Yahudi kökenli Joseph Pulitzer adlı bir gazeteci tarafından kuruldu. Newyork’ta, Columbia Üniversitesi tarafından veriliyor. 1994’te
Pulitzer ödülü kazanan Kevin Carter’ın çektiği fotoğrafta, Sudan’da aç bir çocuğun ardında akbaba beklemekte, çocuk ise Birleşmişler Milletler kampına gitmeye çalışmakta. Tabi çocuğun akıbetini bilmiyoruz. Kevin Carter ise aynı yıl arabasının içine egzoz vererek girdiği bunalımdan intihar eder.
Üçüncü misal Amerika kıtasından. Yine bir Pulitzer Ödülü ve savaş. ABD savaş uçakları 1972’de Vietnam’da bir sığınağa saklanan insanların üzerine Napalm bombası atar. Patlama sonrası acı tabloyu Nick Ut adlı fotoğrafçı fotoğraflar. Savaşın bu karesiyle kendisine Pulitzer Ödülü verilir.
“Tamam da Ene, bunları niye anlatıyorsun. Sadede gelsen.”
“Diyorum ki, yıllardır sanki Batı, Doğu’nun her halini çekmek için fotoğraf makinesini icat etmiş. Ödüllerini bile çoğu zaman kendi savaşı ya da başkasının savaşından vermiş. İnsan sormadan edemiyor. Ödül fotoğrafa mı yoksa fotoğrafçıya mı? Ya da niye böyle insanın içini karartan, umutsuzluğa düşürülen fotoğraflar derece alır da bu fotoğraflara sebep olan esas saikler, failler fotoğraf makinesinin arkasında, kadrajın dışında durur? Ben de anlamış değilim.”
“Tamam, anladık da bu mevzunun Selfie ile alakası ne?”
“Fotoğraf makinesi ile yıllardır başka milletler hakkında kötü intiba verdirecek fotoğrafları hafızalara kazıdılar. Afganistan deyince gözlerinden korku fışkıran bir kız, Afrika deyince kara kıtada akbabalara yem edilmiş çocuklar ve Vietnam deyince savaşla korkutulmuş bir nesil kalmıyor mu aklında. Şimdi selfie ile kendileri hiçbir şey yapamamış, hiç bir şey yokmuş gibi kendilerinin mutlu mesut hallerini, zevk u sefalarını paylaşan bir akım salmadılar mı dünyaya.”
“İşte bunu iyi dedin, konuşma uzadı, var mı ilave edecek sözün? Uçağını kaçıracaksın. ”
“Mecbur kalmadıkça fotoğraf çektirme. Çünkü, kötü bir iş içinse şahit tutmuş olabilirsin, hayırlı bir iş içinse riya ve kibre fırsat verebilirsin.”

About Unknown

Hi there! I am Hung Duy and I am a true enthusiast in the areas of SEO and web design. In my personal life I spend time on photography, mountain climbing, snorkeling and dirt bike riding.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

Leave a Reply