» » » » Not Defterim: Tel Aviv'den son notlar, Brezilya Fönü, Şeftalili Süt, Yaz Sayıklamaları, Maggie Darling, Treso Peçeteler


Bazen tek bir konuyu toplayıp, sistemli bir biçimde anlatmak istemiyor canım. Ofisten çıkmış, açık mutfağımın barında oturmuş, taze demlediğim filtre kahveyi yudumlarken, sohbet eder gibi aklıma gelen her şeyden bahsetmek istiyorum. Uzun zamandır yazmamıştım bu ortaya karışık yazılardan. Yaz rehavetime çok yakışıyorlar, karmakarışık zihnimi harika yansıtıyorlar kanımca.

Bir sene boyunca çalışarak hak kazandığım 15 günlük yıllık iznimi haftasonlarının başına sonuna ekleyerek yaptığım üç dört günlük kaçamaklarla, BelgradRize, Kapadokya, Tel Aviv,Jersualem, Prag ve Barselona sokaklarını arşınlayarak 1,5 ay içinde tüketmiş bulunmaktayım. Bu seyahatlerin bir kısmından henüz hiç bahsetmedim; ama yavaş yavaş hepsindeki harika keşiflerimi yazacağım. Bu bir nevi mola yazısı olsun.

Bundan sonra, yaz bitene kadar haftasonları Ege taraflarına yapacağım deniz kaçamakları dışında İstanbul'da olmayı, her zaman niyetlenip bir türlü neticelendiremediğim#dahaiyiben projemle uğraşmayı, kendime daha iyi bakmayı, daha çok uyumayı ve ofiste yığılan işlerimi temizlemeyi planlıyorum.



Bu aralar görüştüğüm herkesten Tel Aviv hakkında ilgili ve meraklı sorular alıyorum. Vizenin nasıl alındığındanJerusalem'e ilişkin püf noktalardanTel Aviv'deki harika bazı mekanlardan zaten uzun uzun bahsettim.

Genel olarak ise şunu söyleyebilirim. Şehirde gezilecek çok fazla tarihi yer yok, sokaklarda yürürken etkileyici binalar da görmüyorsunuz. Yani mimari ve tarihi eserler açısından hiçbir cazibesi yok. Diğer yandan şehirdeki ruh hali çok güzel. İnsanlar genel olarak oldukça keyifli ve cana yakın. O kadar ki, sahilde güneşlenirken, nasıl olduğunu anlamadan şezlongunuzun üzerinde güneş yağınızdan süren bir adam bulabilirsiniz. :))

Uzun zamandır seyahat ettiğim şehirlerde ziyaret edilecek o kadar fazla yer vardı ki, genel olarak bir acele içinde geçiyordu günler. Tel Aviv'in genel konsepti ise rahat olmak. Günlerinizin büyük kısmı, sahilde güneşlenerek geçiyor. Diğer yandan aklınızdaki "deniz tatili" ise Tel Aviv çok iyi bir seçenek olmayabilir; çünkü harika beyaz kumlarına ve leziz menülü beach clublarına rağmen, denizde yüzmek yasak. Biraz açılsanız hemen sahil güvenlik anons yaparak sizi geri çağırmaya başlıyor.

Erkekler yakışıklı, kadınlar harika giyiniyor. Kimse suratsız suratsız ve acele ile yürümüyor sokaklarda.

Yemek konusunda ise şaşırtıcı derecede iyi. Rastgele oturduğumuz mekanlarda bile, beklentimizin çok üstünde lezzetli şeyler yedik. Mesela İstanbul'da öyle önünden geçerken ratsgele girdiğiniz bir yerde, gerçekten iyi malzeme kullanılarak yapılan lezzetli bir şey yeme ihtimaliniz çok yüksek değil; ama Tel Aviv'de biz hiç hayal kırıklığına uğramadık.

Ve akşamları her yer çok güzel. Çünkü şehrin genç nüfusu oldukça fazla. Sıra sıra dizili barlarda oturması keyifli, kokteyller lezzetli. Bir de bazı mekanlarda sınırsız içki konsepti var. Dizengoff üstünde bulunan Rutina bunlardan en kalabalık olanı. Aşağıda menüsünü bulabilirsiniz, örneğin Rutina 69 alırsanız, 69 şekel ödeyip bütün gece Carlsberg ve Tuborg içebiliyorsunuz.



Özetle keyifli bir ruh halinde, acele etmeden, güzel insanların arasında, plajda sakin ve keyifli takılarak ve lezzetli şeyler yiyerek birkaç gün geçirmek istiyorsanız, Tel Aviv harika bir istikamet olabilir. Gitmişken Jerusalem'i de pas geçmeyin derim ben.



Bütün bu koşturmaca esnasında, yani her salı inbox'ımda biriken yüzlerce mail ile baş edip, her cuma tekrar bir valiz hazırlayıp yola çıkarken, hayatımı -daha doğrusu görüntümü- kurtaran iki şeyi de paylaşmak istiyorum. Gerçekten bana inanılmaz zaman kazandırdılar ve beni büyük bir yükten kurtardılar.



Bunlardan ilki Brezilya Fönü. Saça yoğun biçimde keratin uygulanıyor, uygulanırken oldukça yoğun ve göz yakan bir koku salgılıyor ve bir gün boyunca saçınızı yıkamamanız gerekiyor. Ve sonra hiç kabarmayan, her zaman fönle düzeltilmiş gibi duran saçlara sahip oluyorsunuz. 

Jilet gibi dümdüz olmuyor saçınız; ama bence daha güzel ve daha doğal duruyor. Yukarıdaki fotoğraf mesela yıka ve çık halim. Saçınızı yıkadıktan sonra fönle güzelce kurutursanız da, Brezilya fönünüzün ömrü daha uzun oluyor. 

Bana bu konuda arkadaşlarım tarafından en çok sorulan soru da "Saçı yıpratıyor mu?" oluyor. Kesinlikle hayır, hatta tam tersine maşa, fön gibi şeyleri uygulamanıza gerek kalmadığı için saçınız dinleniyor. Tatilde, denizden çıktıktan sonra bir kadına en çok zaman kaybettiren şeyin saça şekil vermek olduğunu göz önünde bulundurursak, en güzel tarafı zamandan ve stresten tasarruf sağlaması.

İkincisi cilt bakımı yaptırmak. Bu benim sürekli olarak atladığım, çok acılı bulduğum ve sonrasında gözle görülür bir değişiklik görmediğim için yaptırmaktan vazgeçtiğim bir şeydi. Bu sefer Rumeli Caddesi'ndeki Leyla İnanır'a gittim. Cilt bakımımı yapan kişi aynı zamanda burada eğitmen olduğu için kendimi ellerine güvenle teslim ettim ve ilk defa gözle görülür bir farklılıkla çıktım. Temizlenmiş cilt hafif de güneş görünce, makyaj faslından da büyük ölçüde kurtarıyor insanı.



Bu aralar okuduğum kitaplardan biri Maggie Darling

Başkaharamanımız Maggie Darling, çok güzel, kusursuz davetler veren harika bir eş. Kocası oldukça zengin bir adam olmasına rağmen, Maggie de başka kadınlara nasıl yaşamaları ve evi nasıl yönetmeleri gerektiği konusunda dersler veren kitaplarının satış gelirleri ile fena olmayan bir kişisel servet yapıyor. Yani pek çok kadının gözündeki "ideal"i yaşıyor.

Kocasının onu aldattığını öğrenmesi ile çok yakın bir arkdaşının korkunç bir depresyon ile yanına taşınması yaklaşık aynı zamanlara denk geliyor ve bir anda hayatı değişiyor. Maggie boşanır boşanmaz, bu anı bekleyen bir sürü erkek tarafından yapılan harika jestlere karşı koyamıyor. 

Roman, genel olarak Maggie'nin sürekli aşkı aramaya devam edip hayal kırıklığı yaşaması ve hayatının her geçen gün daha fazla alt üst olmasını ve sonra klasik biçimde aşkı burnunun dibinde bulmasını anlatıyor. 

Romanda konular arasındaki geçişler ve olayların işleniş biçimini çok başarılı bulmamakla birlikte, bazı tasvirlerdeki üsluba bayıldım. Havalimanındaki bekleyişlerde iyi giden bir roman. 

"Reggie, onu sınırsız bir banka hesabı olan zincirlerini kırmış Herkül olarak görüyordu. Ve onun yanında kendisini Çin Mahallesi'ndeki ucuz hediyelik eşya dükkanlarında satılan türden şişman, küçük, gülen bir Buda gibi hissediyordu."

"Sen gayet varlıklı bir adamsın. Mükemmel şekilde çalışan iyi bir araban ve platin kredi kartlarıyla dolu bir cüzdanın var. Burası da dünyanın medeni bir bölgesi. İyi bir otel bulamamışsan, umutsuz bir vakasın demektir."

"Buhar banyosu tüm huzursuzluğunu alıp götürürken ve şarap yavaş yavaş etkisini göstermeye başlarken Maggie, Swan'la bir yaşam kurmanın mümkün olup olmadığını düşündü. Swann, trafikte beklerken hayalini kurduğu adam gibiydi, gerçek yaşamın ısrarcı belalarının aklından çıkmasını sağlayan biri."

"Sert, etkili ve koyu renkli şarap erotik bir rüyadan fırlamış çok güzel, erkek erketipi gibi duyularını ele geçirdi."

(Maggie Darling, James Howard Kunstler, İthaki Yayınları, 439 sayfa)




Bu aralarki favori içeceğim ise -tabii ki kahveden sonraki favori - şeftalili süt. Şeftalilerin çekirdeğini çıkartıp ve dilimleyip, biraz buz gibi soğuk süt ile birlikte normalde kokteyl yapmakta kullandığım el blenderında karıştırıyorum. Biraz katı, milkshake kıvamlı sevdiğim için ve şeftali zaten sulu olduğu için çok az süt ekliyorum. Hem tok tutuyor, hem sağlıklı, hem pratik, hem lezzetli oluyor.



Bardak ve yastık genel olarak ev eşyalarının hepsine bayıldığım Mudo Concept'ten, aşık olarak aldığım peçete ise Treso Tasarım'dan... Yakın zamanda keşfettim, çok keyifli peçeteler yapıyorlar. Masalarınızı şenlendirmek isterseniz aklınızda bulunsun. 

Keyifle ve keşife kalın!

29 MAYIS 2015

İtalyanların da dediği gibi, cosi e la vita, hayat böyle bir şey işte!

"Hobileriniz nelerdir?" sorusuna "kitap okumak ve tiyatroya gitmek" diye cevap veren milyonlarca insanı barındıran bir ülke Türkiye. Pekala bildiğiniz gibi, satılan kitap ve tiyatro seyircisi ise oldukça az.

Çevremdeki insanlara ve arkadaşlarıma baktığımda mutlulukla söyleyebilirim ki, özellikle bizim kuşakta bu büyük ölçüde kırıldı. "İşe git- eve gel" tipi bir hayatı kabul edilemez derecede "kabus" bulmaya başladık, "ben hayatımı işten ibaret geçiremem." diye isyan ettik.

Herkes bir şeylerle uğraşıyor: Seyahat ediyor, fotoğraf çekiyor, yazı yazıyor, lezzet arayışıyla dünyayı dolaşıyor, yelken yapıyor, dalıyor, bahçesinde organik sebze yetiştiriyor, şarap peşinde koşuyor...

Üstelik kimse bunlara "boş zaman" aktivitesi gözüyle bakmıyor. Çünkü çılgın bir metropolde yaşıyoruz, "boş zaman" diye bir şeyimiz yok, aksine bütün ömrümüze ne kadarı sığabileceği şüpheli olacak derecede uzun yapılacak işler listelerimiz var. Bu uğraşılarımıza tutkuyla, planla ve özenle hem zaman hem de para ayırıyoruz. 

Yine de bunu yapabilenlerin şanslı bir azınlık olduğunu kabul etmemiz lazım. Çünkü Türkiye'de, özellikle de İstanbul'da, kira fiyatlarının bir aylık asgari maaşa denk geldiğini düşünürsek, temel ihtiyaçları karşılayabilmek bile çok kolay bir iş değil. 

Diğer yandan, bu kadar yaşam mücadelesi vermeyenler bakımından da, her şeyi "emeklilik dönemine" ertelemek gibi bir zihniyet hakim. Zevk alacakaları, yapmak istedikleri hiçbir şeyi yapmayıp, "emekli olduğumda yaparım." diyip, sonra da emekli olduklarında da bütün bunlar için geç kaldıklarına karar verenlerin sayısı kimbilir kaçtır?

Peki, şimdi emekli bir çift düşünün. Hayatları boyunca çalışmışlar, devletten aldıkları sabit bir aylıkları var, biraz da geçmişte yaptıkları birikimlerinin getirileri, bir evleri, çocukları ve torunları... Olağan senaryoda, artık kendilerini torunlarına adayıp, evlerinde huzur ve monotonluk içinde (ki bence huzur ile monotonluk gayet eş anlamlı) yaşamaları beklenir değil mi?

Ama bu yetmişli yaşlardaki çifti farklı kılan şey bu. Evlerini satıyorlar, eşyalarının tamamını dağıtıyorlar ve "evsiz" bir hayat sürmeye başlıyorlar:  Dünyayı gezerek!!


Lynne Martin, Evim Her Yer Evim kitabında, kocası ile hayatlarında yaptıkları bu değişimi bütün detayları ile anlatıyor. Bütün macera, bu çiftin bir akşam oturup hesap kitap yapması ile başlıyor: "Bütçemizin yeterli esnekliği gösteremeyeceğinden endişelenerek düşünebildiğimiz her türlü giderin bir listesini yaptık ve bizi şaşırtacak biçimde aylık harcamalarımızın düşündüğümüzden çok daha fazla olduğunu fark ettik. Daha sonra yurtdışında kiralık evlerde ya da dairelerde yaşadığımız takdirde genel giderlerimizin ne olacağının, her türlü muhtemel harcamayı da hesaba katarak, detaylı bir planlamasını oluşturduk. Rakamlar heyecan vericiydi. Eğer evimizi satarsak dünyanın hemen her ülkesinde rahatça yaşayabilirdik."

Daha sonra evden muaf hayatlarına başlıyorlar. Elbette ki her şey yolunda gitmiyor, problemler çıkıyor, kavgalar çıkıyor; ama nihayetinde "göçebe yaşamamız tek bir şeyi ertelememize neden oldu: yaşlı hissetmek." diyorlar.

Ben seyahat etmeyi sevmemle ters orantılı biçimde, seyahat anıları ve kitapları okumaktan hiç hoşlanmam. Çünkü eğer daha önce gezip gördüğüm bir yer ise, kaçırdıklarım ile yüzleşmek beni rahatsız eder. Gezip görmediğim bir yerse de, kitabı sürekli bırakıp uçak bileti bakmaya başladığım için onun sonunu bir türlü getiremem. :))

Bu kitabı, gerçek bir hikaye anlattığını bilmeden, yalnızca adını beğenerek ve roman sanarak almıştım. Şaşkınlıkla, keyifle ve bayılarak okudum. Çünkü "şunu gezdik, bunu gördük"  yerine, seyahat ettikleri yerlerde yaşayan insanlara ve yerleşik kültürlere ilişkin harika tespitler kitabın ağırlığını oluşturuyor. 

Hem bu yaşlı çiftin evlerini satarak daimi bir göçebe olarak gezmeye karar verme serüvenini merakla takip ediyorsunuz, hem orada yaşadıkları komik ve can sıkıcı anılara tanık oluyorsunuz, hem de o ülkeye ilişkin pek çok turist rehberinde bulunamayacak bilgiler ediniyorsunuz.


Kitaptan sevdiğim cümleler:

İşte muhteşem bir bavul hazırlama numarası: yanımıza çok fazla eşya almak zorunda değiliz çünkü gittiğimiz her yerde giyecek bir şeyler bulabiliriz.

Herkesin belli bir katlanma derecesi vardır. Bir kişi için macera olan şey başkası için işkence olabilir. Belki evden muaf olmak bir yaşam tarzından çok bir tavırdır ve kişisel özgürlüğün bileşenleri herkes için farklı olabilir.

"Bu şekilde yaşadığımız için dünyadaki en değerli şeye sahibiz: Zamana. Kesinlikle turist değiliz. Bavullarımızı koymayı seçtiğimiz yerde geçici yerlileriz. Artık evden muaf olduğumuza göre, ev bizim olduğumuz her yer.

Yeni arkadaşlar ve seyahat etmek hayatımızı zenginleştiriyordu ve gülmeye ve esnek davranmaya devam ettiğimiz sürece hemen her şeyle başa çıkabilirdik.
(Evim Her Yer Evim, Lynne Martin, Yabancı Yayınevi, 377 sayfa) 

Cesaret arttırmak, keşfetmek veya sadece keyifli zaman geçirmek için tavsiye ederim.

About Unknown

Hi there! I am Hung Duy and I am a true enthusiast in the areas of SEO and web design. In my personal life I spend time on photography, mountain climbing, snorkeling and dirt bike riding.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

Leave a Reply