» » Hayatımın Erkeğini Sziget'te Buldum

Tur hesabıyla gittiğimden, otele çok siksik ettim yola çıkmadan. Zira aynı fiyata spa havuzlu otelde de kalabilirdim. Lakin kahvaltıda Amon Amarth'ı, asansörde The Horrors'u göremezdim o vakit. Ki kıyamam Horrors'un gençleri kürdan gibi, adeta aç. Amon Amarth da kahvaltıda müsli ve meyveli yoğurt yiyor, sahnede ise metalin anasını bacısını ağlatıp, dünyanın son gününe methiye düzüyorlarmış. Kaldı ki boyun fıtığına davet ettiler beni. Olsun. Canım onlar benim.

Sziget, ada demekmiş Macarcada; böyle ada dostlar başına. Budapeşte'de gerçekleşen meşhur Sziget Festivali'nden bahsediyorum. O ada nasıl güzel insan kaynıyordu ya rabbi. Buradan Avrupalı ırklara sesleniyorum; lütfen bizimle karışın kardeşler, bacılar. Türklüğe hakerete giriyor mu bilmem. Ama göz var, nizam var; bizde nizam pide salonu, onlarda nizam badem kavurması.

Ben de kendime sorup duruyorum, "Bizim ülkeden yurt dışına çıkmak niye zor?" diye. Tabi ki devletümüz bizi korumaya çalışıyor. Çalışıyor ki orada ki insanları, özgürlüğü görüp moralimiz bozulmasın.

Acık Sziget, Ucundan Budapeşte
20. yılında Sziget Festivali, festivalliğin kitabını yazmış, basmış, raflara yerleştirmiş. 10 küsur sahne, yüzlerce müzisyen, 400bin nakış gibi insan. Tuvalet, kapı, taksi, yemek, içki sırası beklemek yok. Her şey bol, hepsi olurlu. Alanda havuz bile var, aktiviteleri hiç saymıyorum. Bungee jumping'den otantik davul çalmaya, tahta heykelden gondola... Sonra bana gelip kimse "Ay bu sene line up kötüymüş yannıaaz" demesin köylü gibi. O senin içinin kötülüğü. Ki line up'u takip etmeye çoğunlukla gerek yok, alanda kaybolurken bulduğun müziğin, muhabbetin keyfini çıkartacaksın.

Müzikler berrak, ses yüksek değil ama mükemmel, sahneler arası kakafoni yok. Ben bile yorulmadım sesten ki, gerçekten çok nazenin bi bünyeyim ses karşısında. Grupları, müzisyenleri bi zahmet youtube'dan bakıp değerlendirin bir de, benim "şu şöyle çaldı, bu şu şekil koptu" diyecek müzik yetkinliğim yok. Şahsen, The Subway'in sahnesini çok tatlı ve coşkulu, The XX'i duygulu, Ting Tings'i hakketmediği oranda kalabalık buldum. Genelde adını bilmediğim gruplarla koptum, DJ'lerle çıldırdım.

Biraz da Budapeşte
Ne yaparsanız yapın, yeter ki taksiye binmeyin kardeş. Yeminle toplu taşımanın komplesinin, müzelerin, spaların felan 30-40 Euro'luk kartla 2-3 gün gezilebildiği ortamda, kendinizi ben gibi kazıklatmayın.

3 günüm vardı, turist rehberine baktım da, ne kadar azını görmüşüm şehrin. Halbuki ne güzel sergiler, müzeler, bol havuzlu, tarihi binalı kaplıcalar, saraylar, tarihi kafeler var. 3 gün daha kalsam Magrit Adası'nda bi partiler, City Park'ta piknik yapıp hayvanat bahçesini gezer, kaplıcalar şehrinde illaki bir hamamlanır ve gördüğüm evlerin mimarisini daha çok incelerdim.

Bazı insanlara bazı konularda kızmadan edemiyorum. Tıpkı Viyana gibi, Budapeşte'ye de gelirken, "Ay çok sıkıcıaaa, bi caddesi var sadece, dön dolaş" bilgi verenler oldu. Günahtır, zulümdür, demeyin ya öyle şeyler pırlanta gibi şehirlere.

Kaybolduğum bi küçük zaman diliminde bile neler keşfettim ben. Bi lego mağazası buldum, karakterleri ayrı ayrı satan. Hediye paketlettim hemen 5-6 Euro'ya. Cimrilikten kendime beğendiğim Ewok'u alamamdım ama. (3000 HUF idi - 10 küsur Euro) Star Wars'ın bal dudaklı ayıcığı, ah zeytin gözlü Ewok'um. Söz peluşunu bulursam alıcam kıyıp paracıklarıma.

Budapeşte de ne yapabildim:
- Yürüdüm. Budin Kalesi'ne çıktım. İnerken bu kaleyi 2-3 kez almış bulunan Osmanlı ecdadıma nahoş sözler sarf ettim. Sori ecdadım. Lakin insan bu mimarilere gidip bakıp, eve dönüşte "Ulan biz niye gecekondu gibi sarayda oturuyoruz annem?" sormaz mı? Çok rica ediyorum kimse bana Topkapı'nın ihtişamından bahsetmesin. 1 mutfak, 2 mini salon, 5 yatak odası -padişahınki penceresiz- haremde yine yüklükten bozma 3 göz odacık, bahçede de içi çini kaplı 2-3 kulubeköşk. İhtişamlı gerçekten. Neyse.

- Budin'e çıktım, manzaraya baktım. Tuna gri gri akıyor. Boğaz'ın yanında esamesi okunmaz. Lakin manzarada bi Süzer Plazasiki yok. (Arkalarda kominist bloklar var gerçi, epey çirkinler ama manzaraya doğru doğru değiller) Tuna kıyısında ise oya gibi Parlemento binası, Chain Bridge, Citadella, kilise ve sinagoglar var. İndim vurdum tabana kuvvet o meşhur "tek cadde"ye.

- Andrassy Caddesi, mükemmel binaların adresi. Dünya mirası sayılmış, korumaya alınmış, oradan hesabınızı yapın. Altındaki metro da dünyanın en eskilerinden. Caddenin güzelliğini trafikle bozmamak için inşa edilmiş. Kafaya gel. İBRETLİK ulaşım buna denir.

- Bence cadde yeter artar ama yan sokaklarında da muhteşem yapılar var. "Kardeş seninki de ne bina sevgisiymiş" diyebilirsiniz. Açım bilader. Açıııımmm! Güzel yapıya açım, dış, iç süslemeye açım. Şekilli çatıya, kabartmaya, pimapen olmayan pencereye, ağaçlı, banklı, geniş, trafiksiz caddeye açım. Dökme tuğlaya, taş yapıya, rönesansa, Art Nouveau'ya, ferforjeye, balkon çıkmasına, heykele, kapı işlemesine açım. Mimariye açım ulan!

- Festivalde nasıl özgürlüğe açlığımızı fark ettiysem, Viyana'da, Brüksel'de, Budapeşte'de de bu açlığımı keşfettim. Yanarken beni ağlatan Haydarpaşa'nın hala restore edilmemiş çatısından bakıyorum canım istanbul'a. Retinam uluyor açlıktan. Tokikent. Laz Nouveau. BTB ile kilim deseni. Susayım gayri.

- Andrassy caddesinin üzerinde çok lüks dükkanlar, öğleden sonra 3-5 arası tursitik performansı da olan, şahane bir opera ve sonunda ise Kahramanlar Meydanı var. Kahramanlar Meydanı'nın iki yanı müze; annem dedi, çok iyi müzelermiş. Ben gezemedim. Meydandan sonra City Park başlıyor ki, park ona denir. İster kano kirala gez, ister ata bin öyle gez.


Festival'e geri dönersek;
Festivalde özgürlüğe açlığımı fark ettim dediydim. O da şöyle oldu. Bi ara tek tabanca gezer iken, kapısında görevli duran, ayrı bir alan keşfettim. Tabi Macarca da bilmediğimden, girmeye önce bi çekindim. Çünkü içime işlemiş "yasak" var. Esaretin Bedeli'ndeki zenci gibiyim. İzin almadan bir damla işeyemem. Sadece yaptığım değil, giydiğim, sçtığım bile suçtur benim.

Yaptığı, hatta henüz yapmayıp, yapabileceği her şey için suçlanabilecek, hapse düşebilecek, hatta ara ara ölebilecekler bizleriz. Yönetimden aldığı veya alamadığı güçle birbirini kısıtlayan bizleriz. İçimizde minicik hapishaneler, daha da kötüsü Tayyip'ler, İdris'ler. Nereye gidersek, oraya götürüyoruz bireysel hapishanelerimizi.

Biz "öylesine", "gelişine", "keyfimize göre" yaşayamayız. İllaki bişeyler olmamız gerek ki, bok yoluna gitmeyelim. Ya da en azından gider ayak, ensemizden tutup sürükleyene "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" çekebilelim. Kızlarımız kendinden utançlı, erkeklerimiz hiç uğruna saldırgan. Yaşamak için değil, hayatta kalmak için çalışıyoruz durmadan.

Demem o ki, ben o kapıdan korka korka geçtim, baktım havuza çıkıyormuş. Serilen, serpilen, şakalaşan, eğlenen... Her köşede başka bir dil, hiç biri yüksek değil. Hiç kavga gürültü, alkolün su gibi aktığı yerde tek bir itiş kakış, taciz, tatsızlık olmaz mı? Olmazmış.

Oturdum havuz başına. Açtım deftere üstte yazdıklarımı karaladım. Yandaki gruptan ateş istedim. GNR tişörtüme iltifat ettiler, tatlım Berlinliler, gülümsedim, çok konuşmadım. Yoksa anlatırdım;
"Kardeş, siz o çok güzelmiş dediğiniz İstanbul'u bilmezsiniz. O şehirde, o güzelim ülkede bizi nasıl yaşattıklarını, siz bisikletle işe giderken, çıkışta parklarda koşarak spor yaparken, istediğiniz yere serilip yatar, istediğinizi içker iken, bizim şehir diye çektiğimiz çileyi bilmezsiniz. Yahut siz burada şenliklenirken, bizim orda maphus yatan 2800 küsur üniversiteliyi bilmezsiniz." demedim.

Oturdum, ağaçlara baktım, kızlara, rastalara, dövmelere, gülen yüzlere baktım.
Deftere sex pistolsu yad ederek, "God save Tayyip, n his fascist regime" yazdım.

İnanır mısınız dostlar, o güzel ortamı bozup, az daha ağlayacaktım.

Biterken,
Yazıktır lan, hüzünlü bitmesin bu yazı.
Kızlar, Sziget Festival'ine yaşınız geçmeden, kocaya kaçmadan bir gidin. Gençseniz 2 kere gidin, her sene gidin. Dişinden saçına, boyundan posuna erkek güzelliği konusunda yakınen fikir edinin. Yavşamada kibarlık görün. Ki benim gördüğüm tek terbiyesiz, Dutch bi çocuktu. "Daçlar biraz şey oluyor" önyargımı pekiştirmek dışında da bişey yapmadı ha. Öyle budalaca konuştu anca. Giderken yanınızda en kısa şortlarınızı, en acaip aksesuarlarınızı, yağmur aniden bastırır da çamurda dans etmeniz gerekirse diye vazgeçebileceğiniz ayakkabılarınızı götürün. Neşe ve hayat dahil, geri kalan her şeyi orada bulursunuz.

Beyler siz de Szgite'e bi gidin. İstanbul'a gelse anında fotomodel olacak kızların damperle alana döküldüğünü görün. Havalarından başınız dönsün. İnsan gibi iki çift muhabbetin belini kırın. Müziklere, sanatçılara, özellikle ana sahnelerin dışında olan bitenlere ayrıca kopun. Transilvanya mutfağından tavuk şiş, Macar mutfağından benim gözüm kesmedi diye almadığım o dev sandviçlerden alın. Pahalı değil, istediğiniz kadar yiyin için. Lütfen kampta kalın. 10 milletten gençle beraber, keyifle, o toza iyice bulanın. Çadırdan topukluyla çıkan Rus kızlarını alkışlayın. Dilerseniz tavşan, dilerseniz Romalı kostümü, dilerseniz sadece donla ortalıkta koşturun. Kıçınız çıkana kadar dans edin. Bi tek üstsüz gezen punk kıza laf atmayın, tükürüyo çok fena.

About Unknown

Hi there! I am Hung Duy and I am a true enthusiast in the areas of SEO and web design. In my personal life I spend time on photography, mountain climbing, snorkeling and dirt bike riding.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

Leave a Reply